10 Kasım 2015 Salı

Atatürk'ün ölümünün 77. yıldönümünde onu sevgi, saygı ve özlemle andık. Elbet de bunun tersi duygularla ananlar da oldu. Onlara kızanlar, köpürenler oldu. Bu tartışmalara da bakarak, 77 yıl geçtiği halde, Atatürk'ün felsefesinin de kendisinin de tam anlaşılamadığını düşünüyorum. Bir tarafta ruhani bir varlık gibi kutsayıp, ona seslenenler, onu tanrılaştıranlar, bir tarafta da bu tanrıyı tanımazlar ve sevmezler var. Bir şeyi tanrılaştırırsan, tanrıseverler, tanrıtanımazlar ve tanrısevmezler de anında ortaya çıkar. Elbet ortada sağduyulu, Atatürk'ü ve felsefesini anlayanlar da var ama curcuna da seslerini duyuramıyorlar. Halbuki Atatürk demiş, "Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır." diye. Başka bir deyişle, ben de öleceğim, ölümlüyüm yani insanım demiş. Beni ulaşılmaz ruhani bir varlık haline getirmeyin, aksine fikirlere odaklanın demiş. Ülkeye odaklanın demiş. Keşke Atatürk'ü sevenler ona verilebilecek en büyük zararın onu ulaşılmaz, anlaşılmaz, dokunulmaz bir göksel varlık yapmaları olduğunu idrak edebilseler. Çünkü böyle yaparak onun verdiği hedefleri de ulaşılmaz hale getiriyorlar. Onu anlaşılmaz kılıyorlar. Hatta yazdıklarını da kutsal metinler gibi algılayıp öyle davranıyorlar. Okuyup anlamak yerine onu koruyorlar mesela. Hepten sapla saman birbirine karışıyor. Odak kayıyor. Onu normalleştirmek, insan zeminine indirmek, büyük işler yapmış, başarmış, üstün yetenekli bile olsa insandır o diyebilmek, bu gereksiz tartışmalara son verecek fikrindeyim. Böylece fikirlerden bahsedebilir, hedeflere ulaşmaya çalışabilir ve boşa kürek çekmeyerek asıl sorunlara odaklanabiliriz. Belki o zaman ülkemiz herkesin mutlulukla yaşadığı , birlikte ülke için çalıştığı bir yere dönüşebilir. Tam da Atatürk'ün hayal ettiği ve istediği gibi. ~~~
~~~Yazan : @hemvardi_hemyoktu

31 Ekim 2015 Cumartesi

Hayat nedir? Neyin toplamıdır? Herhalde, birazı, karar verebildiğimiz konulardaki seçimlerimizin toplamıdır desek, yalan olmaz. Karar vermediğimiz, etki edemediğimiz alanlar elbet var. Ama etki edebildiğimiz, seçebildiğimiz, karara katılabildiğimiz alan ve konulur da var. Bu alanları, konuları es geçersek ne olur? Hayat şekillenir yine ama ne yönde? Biz yokmuşuz gibi sanki. Sonra da var olarak etkileri hisset, ona göre yaşa, işin yoksa. Bize fikrimiz soruluyorsa, tepkisiz, ilgisiz, çekimser kalmasak hayat başka türlü olur. Bizzat her türlü karara, seçime katılmak, varlığını kanıtlamanın en birinci yolu. Kendinizi yok saymayın, varlığınızı seçime katılarak ispatlayın. Her türlü karara, seçime, etki edebildiğimiz her şeye katılın. Kalanı biraz tevekkül, biraz da sonraki hamleler. Şimdi mesela, geleyazan kışın hastalıklarından korunmak için, biraz mandalina biraz başka meyvelerden yemek, hiç fena seçim değil. Ne dersiniz? Ülkemizin geleceği için yarınki seçime katılmak da çok iyi fikir. Meyveyi yemez de kendinizi korumazsanız günah meyvede değil. Siz meyve yemeyi seçmezseniz, hastalık da gelirse, söz hakkınız olmaz. Kendiniz ettiniz kendiniz buldunuz deriz size. ~~~ Yazan : @hemvardi_hemyoktu

3 Eylül 2015 Perşembe


Çocukların yaşatılamadığı, zarar gördüğü bir dünya kötüdür. Bu kötülüğe herkes ortaktır. Gelin görün ki yapılacaklar sınırlı. İnsan, o çocuklar için bir şey yapamayınca çaresizlik nedir anlıyor... Deli oluyor ama nafile. Ufak ve silik bir umut için çıkılan yolda çocuklar yitirilmiş. Savaş mı, açlık mı, yolda telef olmak mı? Acılardan acı beğen... Çaresiz olmasa yerinden kıpırdar mı o anne baba? "Büyük" adamların kendi çıkarları için aldığı savaş kararlar ile, hep çocuklar ölüyor hep analar babalar ağlıyor... Dünya düzeni yüz yıllardır hiç değişmedi. Keşke etrafımızdaki çaresiz insanlara tek tek sahip çıkabilsek. Bu kadar acı cidden fazla... Ama işte savaş böyle bir şey. Acıdan da acı. Savaşı toptan reddedip insanlar birbirine sahip çıkmadıkça düzen değişmez. Sözle, dilde bile savaş tamamen reddedilemiyor.. Asıl acı o anda başlıyor. ~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

Yazan : @hemvardi_hemyoktu ~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

3 Ağustos 2015 Pazartesi


Sizi izliyorum dostlar. İstanbul seni izliyorum en çok. Her gün her saat gözlerim sizin üzerinizde. Hissetmiyor musunuz? Taa 548 yılından beri hem de. 1400 küsür senedir, dile kolay. Her yenilenmede boyum uzadı, daha çok sevinç, acı, insan, hayat görür oldum. Daha çok insan bana geldi şehrini izlemeye.

Neler görmüyorum ki sizleri izlerken! En çok somurtan suratlarla işlerinize gelip gittiğinizi görüyorum. İnsanlar beni sevip onardılar ama birbirlerine o kadar özen göstermediler. Birbirinizi kırdığınızı, incittiğinizi ama kırılan kalpleri onarmadığınızı görüyorum. Gülen çocukların neşesini söndürdüğünüzü, onları ağlattığınızı, soldurduğunuzu görüyorum. İstanbul'un mavi yeşil renklerini de soldurduğunuzu görüyorum. Bakın şimdi bana sizi izlerken. Renkleri solan insanlara ve renkleri solan İstanbul'a bakın! Hoş mu yaptığınız?! Beğendiniz mi? Ben beğenmedim. ~

Gülen insanlar, neşeli çocuklar, somurtma sebebini değiştirmeye çalışan yetişkinler görmek istiyorum. Misafirlerim balkonumdan şehrimizi izleyince, mavi yeşil bir kent görsün, içi açılsın istiyorum. Gülümseyen evler görmek istiyorum. Çok mu zor sizler de isteseniz?! ~
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Yazan : @hemvardi_hemyoktu
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Instagramı yeni keşfettiğim zamanlarda bir arkadaşım için #Galata Kulesi'nin dilinden bu yazıyı yazmıştım. Bugün de kendi galerimde paylaşmak istedim.


29 Temmuz 2015 Çarşamba

Kendim hakkında yazma denemesi;

Bir insan kendini nasıl tanıtabilir ki? İnsan ki tam tanıdım kendimi der, o anda sanki hop daha yolun başındasın der hayat, kendini tanıyamaz olursun. Hayat kendini tanıma yolculuğu, diyecek bir şey yok. Şu anki beni anlatmayı deneyeyim ben de. Ben 1 senedir instagramdayım. Fotoğraf çekmeyi seviyorum ama hiç bir zaman ana amaç olmadı. Gezerken tozarken hep elim makinaya şimdi telefona gider oldu. Ama benim asıl ilgim yazmak. Yazmak da tabii ki ancak okumakla mümkün. Önce senelerce okudum, arada yazma çabalarım oldu ama disiplinli şekilde değil. İnstagram ile artık düzenli yazmaya başladım. Önce sadece şiir olduğunu sandığım -hala emin değilim- şeyler yazıyordum, bir süre sonra deneme tarzı yazılara da yer verir oldum instagramda. Şimdi de burada da düzenli olarak dursun istedim hepsi, zira bazı yazılar da instagram için fazla uzun. Yazmak iyileştiriyor insanı, hafifletiyor, sanki yüküm azalıyor. Ama ne zamana kadar devam eder yazma isteği ve yazabilmek bilinmez , her an kelimeler tükenebilir. Bir yazar kendisine yazdıklarını gösteren ve yazmaya devam edeyim mi diye soran bir gence şöyle demiş; yazmamayı başarabiliyorsan yazma... Cidden böyle bir şey yazmak; isteyerek değil de istemsizce olan bir şey daha çok. Yazmama şansı kalmayınca yazıyor insan, kimse okumasa da okumayacak olsa da , kimse bilmese de. Yazma dürtüsü kendisini terk edene kadar. Fotograflar, yazı ve şiirlerime eşlik edip onları tamamlıyor daha çok. Eğer ki bir bütünlük olursa yazı, şiir ve fotografta daha çok içime siniyor paylaşımım. Velhasıl sözüm pek bitmez, kendimi geveze bulurum. Az sözle çok şey anlatmayı başarabilmek isterdim, ütopik hedefim bu. Toplumsal olaylarla ilgili de yazarım arada, üzerinde düşünmüş isem. Çiçek, doğa fotoğrafları çekmeyi seviyorum ama her şey çekebilirim, pek seçiçi değilim. Telefonla çekiyorum. Edit olayına pek de alışamadım, hep orjinal hali daha çok hoşuma gidiyor. Bu dediklerim dışında; 30lardan 40lı yaşlara geçme evresinde, ikiz çocuk sahibi bir kadınım. Eşim hayatımın en önemli tanığı ve destekleyicisi. Yazma konusunda da hep teşvik etti ve beni destekledi. Özel sektörde çalışan bir yazılım uzmanıyım. Tahmin edeceğiniz üzere koşturmacalı ve yoğun bir yaşantı benimki. İstanbul 'da yaşıyorum ve sadece İstanbul'da yaşadım. Buraya kadar okuduğunuz için teşekkürler... :)


~ ~
Bak ağacın dalı yaprağı
Nasıl da nehre eğilmiş
Demek ki sevdasını söylemek istemiş
Fısıldar yaprakları ile sevdiğine
Usul usul ve sessizce;
Sana bir sevda büyüttüm içimde
Şimdi yapraklarımdan süzülsün
Damla damla kalbine
Anlatsın bendeki seni sana
Seyret kendini doyuncaya
Tanıyamazsan kendini, şaşırma
Gönül gözümle gördüğümü anlatırım
Böyle görünürsün aşığına
Sadece bana
Bir tek bana
Değil başkasına...
Böyle yansırsın kalbimin aynasına
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Yazan : @hemvardi_hemyoktu
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~



7 Haziran 2015 Pazar

Bir Dev Masalı

Bir sabah uyandım hem de saat çalmadan. Meğer mart ayının biri imiş ve bahar o gün, hemen gelmiş. Gökyüzü bulutsuz dallarda çiçekler. Yatakta doğruldum oturdum. Yataktan çıkmadan yüzümü yıkayıp açıldım, uykudan eser kalmadı. Yatağın kenarına oturunca kahvaltım önüme tavandan iniverdi, aheste ve rahat yaptım kahvaltımı. Doyarak çıktım yatak odasından. Baktım aynaya, o gün bir kelebekmişim, masmavi k
anatlı. İşim de bahar çiçeklerinin her birine konmak, var mı bir sıkıntıları sormak. Kolay sanmayın, çiçekler nazlıdır🌷, kimisi kaprisidir 🌹 ,  bazısı ketumdur 🌺 ,  kimisi içine kapanıktır 🌼 , bazısı narindir 🍀 ... Kimisinin kokusu bile yoktur, paylaşmaz pek bir şey  🌸 ... Başladım işime. Çiçeklerin en gevezesi 🌻 , bakın neler dedi gizlice...

Meğer kırk kollu kırk bacaklı bir dev musallat olmuş bu gezindiğim köye. Neleri varsa istermiş köylülerden; hep ona hizmet edilsin, lezzetli yemekler hazırlansın, temizliği yapılsın, kıymetli hediyeler verilsin. Hep kendisi için uğraşılsın didinilsin istermiş. Dev köyün tarlalarına giden yolun üzerinde , köyün suyunun başında dururmuş. Köylüler ona hizmet ettikçe, tarladaki ekinlerden ve nehirdeki sudan azar azar verirmiş köylülere ve ekinlere. Tarlaları sürmelerine kırk kolu kırk bacağı ile yardım da edermiş. Köylülere de dermiş ki ben olmasam siz ne suyu ne tarladaki ekini bölüşemezsiniz. Tarlayı süremez sulayamazsınız. Bensiz hepiniz aç kalırsınız. Bana çok iyi bakmalı, beni hoş tutmalısınız. Hele bir isteği yerine getirilmesin, kükrer bağırır tüm köyü tarlaları alaşağı etmekle, bir daha su vermemekle, çok ileri giderlerse hepsini yemekle tehdit edermiş.

Köylüler bu hizmetleri yapıyorlarmış yapmasına da, çok da zorlanıyorlarmış. Ona hizmet etmekten hiç bir şeye zamanları kalmıyor, evleri ile çocukları ile ilgilenemiyorlarmiş. Verdiği ekin ve su da kimseyi doyurmaya yetmiyormuş. Gel zaman git zaman... Artık yılmışlar. Napsak ne etsek aralarında konuşup durmuşlar. Öldürsek nasıl öldüreceğiz, kaldı ki yardım da ediyor bize. Öldürmeyeceksek ne yapacağız? Dev duysa bu fısıldaşmaları, kükrer tehdit eder, sonra da ne güzel yaşayıp gidiyorsunuz daha ne istiyorsunuz dermiş biraz tatlı daha çok sert.

Sonunda içlerinden biri, en çelimsizi, en dikkat çekmeyeni demiş ki; bu böyle olmaz, artık takatimiz kalmadı. Deve isteklerimizi bildirelim. Sürekli sana hizmet edemeyiz, bizim de ailemiz var, başka işimiz gücümüz var. Günlük şu kadar hizmet ederiz. Ayrıca, verdiğin yemek ve su yetmiyor. Daha fazlasını istiyoruz. Hatta ben sözcü olayım. Eğer ki isteklerimizi kabul etmezsen, artık sana hizmet etmeyeceğiz deriz. Tamam demiş köylüler. Allahtan daha ne isterler. Bizim çelimsiz zat gitmiş deve. Konuşacak. Ayaklarına varmış bakmış her ayağın her bir parmağında köyden bir kaç kişi oturuyor, parmakları hareket ettiriyor. Bacaklarından yukarı doğru çıktıkça yolda hep birilerine rastlıyor. Onlar da bacaklarda harıl harıl çalışıyorlar. Kollar gövde yüz, hepsinde köylüler köylüler. Devin hareket eden kollarında, konuşan dilinde, kükreyen ağzında , toprağı eken, sulayan, ekini suyu üleştiren ellerinde hep köylüler. Bakmış bir tek kendi yeri boş,  devin parmağının ucu...

Söylemiş deve istekleri, devin ağzı oynamış -köylüler harıl harıl deve hizmette- ; olmaz demiş bizim dev.
"Olur mu öyle saçma şey, bana hizmet etmeseniz ekin bitmez nehir akmaz."
"Biz o zaman çalışmayı durduracağız " demiş çelimsiz zat. Devin ağzı oynamış, -köylüler harıl harıl çalışmakta-; şöyle demiş bizim dev: "Çalışan biri bulunur, herkes delirmedi ya! Sen çalışmazsan sen aç kalırsın , sen bilirsin." Çelimsiz zat tamam o zaman demiş. Köye geri dönmüş. Anlatmış durumu kendini bekleyen köylülere. Köylüler tahmin ediyorduk demişler bize hayır diyeceğini. Siz de oradaydınız ya demiş çelimsiz zat. Duymadınız mı? Yoo demişler,  biz çalışıyorduk harıl harıl, hiç farkında değildik! Ya siz dudaklarda çalışanlar? Biz hiç duymadık demiş onlar.  Çelimsiz zat, şaşmış . Yine de birşey dememiş. Sonra  bana olmaz dedi ama daha gücüm kalmadı. Ben ancak yapabildiğim kadar yapacağım diye de eklemiş. Hayret etmiş köylüler. Bu ne cesaret ne korkusuzluk. Neyine güveniyor? Cidden de o günden sonra bizim çelimsiz hizmetini yapmış ama zamanı kendine göre ayarlamış. Ailesine kendine de vakit ayırmış. Dev kızmış! Köpürmüş! Üstelik hala ekini suyu az veriyormuş. Sonunda çelimsiz zat çalışmayı tamamen durdurmuş. O andan sonra dev parmağının ucunu dahi oynatamaz olmuş. Parmak oynamayınca suyu yemeği de içemez yiyemez olmuş rahatla... Bu gelişmeden güç alan diğer köylüler de birer birer aynı taktiği uygulayınca dev sadece parmağını değil kolunu bacağını gözünü ayağını da oynatamaz olmuş.  Bu durum pek işine gelmemiş elbet devin. Kontrol tamamen kendinden çıktı çıkıyor. Sonuda dev başta çelimsiz adam olmak üzere tüm köylülerle konuşmak zorunda kalmış. Ekin nasıl paylaşılır, su miktarı, deve hizmet edilecek saatler konuşulmuş, ayarlanmış. Ne dev köylüleri yemiş, ne köylüler devi öldürmüş... Bir orta yol bulunmuş. Her zaman da bulunurmuş , arayan bulurmuş.

Bizim geveze çiçek bu olan biteni anlattıktan sonra ben müsaade istedim. Hikaye ilginç ve neyse ki mutlu son ama daha dolaşacak çok çiçek var dedim. Vedalaştık , ayrıldık. Şimdi diğer çiçeğe uçarken sizlere bunları anlatayım istedim. Devlerin dize getirildiği, bizi yemediği, devlerle konuşabilen cesur insanlar olacağımız güzel günler dilerim. Yeni bir çiçeğe ulaştım. İşime dönüyoruuuumm. 💐🌸🌷🍀🌹🌻🌺🌼